9 Aralık 2012 Pazar

"Ben sadece bir jartiyerden ibaret değilim"




Son dönemlerde "Umutsuz Ev Kadınları" dışında yeni tiyatro oyunu "Küçük Adam Ne Oldu Sana?" ile sıkça konuşulan Songül Öden, Habertürk yazarı Ece Saruhan ile tiyatro oyunu ve hayat hakkında bir söyleşi gerçekleştirdi. İşte söyleşiden bir kaç bölüm:

Bana göre tiyatro susmamanın en etkili yolu. Bu oyunu, sizin tüm bu olup bitenlere karşı çığlığınız olarak değerlendirebilir miyiz? 
Elbette! Bu oyun, "Kendinize ve çevrenize sahip çıkın" diyor. Ben hiçbir zaman dünyanın savaşla ya da silahla düzeleceğine inanmadım. Dünya sanatla, edebiyatla, müzikle temizlenecek. Daha çok tiyatroya gitmeli, daha çok şiir okumalı, birbirimizi daha çok dinlemeliyiz. Ancak bu şekilde rant edinme üzerine kurulu sisteme meydan okuyabiliriz. 

Oyunda hem işçi bir ailenin kızı olan Emma'yı hem de revü kızı kılığındaki anlatıcıyı canlandırıyorsunuz. Emma çok güçlü bir karakter. Çıkar dünyasının geçici değerlerinden değil kendi özünden besleniyor. Kapitalist düzenin kuklası haline gelmemeyi başarıyor. Mücadeleden ve ümit etmekten hiç vazgeçmiyor. Giderek aydınlık bir geleceğe yönelik ümitlerimin yok olduğu bir dönemde bana çok iyi geldi... 
Umut etmekten hiç vazgeçmemeliyiz! Umut etmezsek ölürüz! Ben kendi adıma umudumu yitirmiş değilim! Düzenin dayattığı baskı ve korkular tıpkı oyundaki gibi gerçek hayatta da yaşamlarımızın her alanına sirayet etmiş durumda. Ben kendi adıma söylemem gerekenleri sanatla dile getiriyorum. Bazen ben de korkuyorum ama o korkunun vicdanımı ele geçirmesine izin vermiyorum. İnsan hangi görüşten ya da inançtan olursa olsun, en büyük gücü vicdanıdır. Beni vicdanım yönetiyor. Bana göre vicdansız insan soluk alıp veren bir çöp tenekesidir. Herkes vicdanının sesini dinlemeli, insan sistemin vicdanını köreltmesine izin vermemeli, Emma gibi evrensel bir adalet duygusuyla hareket etmeli, minnetsiz yaşamalı! 

Vicdandan söz açılmışken, söyleyecek bu kadar sözü olan bir oyunun sadece kabare tiyatrosunun gereği olarak taktığınız jartiyerle anılması da vicdansızlık değil mi sizce? 
Ah ahhh!!! Kabare tiyatrosunun danslarla ve şarkılarla süslü çok sert bir söylemi vardı. Oyunda anlatıcıyı canlandırırken giydiğim kostüm, 1930'lardaki kabare kızı kostümünün birebir aynısı. Kız çok hoş bir görüntüyle sahneye çıkıyor, dışı çok iç gıcıklayıcı gözükse de, söyledikleri pek çok insana çok gıcık gelecek. Hiçbir şey göründüğü gibi değil. Sorsak herkes çok mutlu, çok eğleniyor ama içerideki durum çok farklı. Bu yüzden anlatıcı eğlenceli bir kostümle sahneye çıkıyor ve seyirciyi içinde olup bitenlerle yüzleştiriyor. Jartiyerle ilgili yorumlar birbirimizi ya da yanı başımızda olup bitenleri sadece şekilden ibaret algıladığımızın kanıtıdır. Bana, "Oyunda jartiyer giyiyorsunuz" denilmesi, en az oyunun içindeki söylemler kadar sert! Ama maalesef dünyanın gerçeği bu! Ben bir et parçasından ibaret değilim! Önemli olan jartiyerim değil, sahnede söylediklerim... 

Oyun işçi bir ailenin kızı Emma'yla küçük burjuva Pinneberg'in aşkı üzerinden ilerliyor. Emma Pinneberg'e "Prens" diye sesleniyor. Aşkına her koşulda sahip çıkıyor, sevdiği adamı her düşüşünde kaldırıyor. Böyle aşklar sadece oyunlarda, masallarda kaldı bence. Sizce? 
Günümüzde herkes aşk yaşayacak adam ya da kadın olmamasından dert yanıyor. Herkes en ufak bir sorunda kaçıp gitmenin yollarını aramaya kalkıyor. Oysa aşkın içinde birlikte yürüme arzusu vardır, karşılıklı inanç vardır, yanındakini kollamak, onu hatalarıyla kabul etmek vardır. Aşk gerçekse en ufak fikir ayrılığında çekip gidemez insan. 

Bir süredir Kerem Alışık'la berabersiniz. Siz aşk yolunda birlikte yürüyeceği prensini bulmuş şanslılardan mısınız?
Bu konuda konuşma istemiyorum çünkü bu benim mahremim. Benim masalım sadece beni ilgilendirir. 

Oyunda anlatıcıyı canlandırırken kabare kızı kostümüyle bol bol dans eden Öden, "Danslara çok çalıştık. Öyle ki ayak tabanım su topladı" diyor.

Söyleşinin tamamı için: http://magazin.haberturk.com/herkes-bunu-konusuyor/haber/801640-ben-sadece-bir-jartiyerden-ibaret-degilim

Umutsuz Ev Kadınları 45. Bölüm - Emel & Yasemin Sahnesi 2 #umutsuzevkadinlari

Umutsuz Ev Kadınları 45. Bölüm - Emel & Yasemin Sahnesi 1 #umutsuzevkadinlari

6 Aralık 2012 Perşembe

Emre Altuğ "Umutsuz Ev Kadınları"nda!


Emre Altuğ, önümüzdeki hafta “Umutsuz Ev Kadınları”na konuk oyuncu olarak katılacağını kişisel twitter hesabından duyurdu. İki bölüm diziye konuk olacak olan ünlü sanatçı, Zeliş ile aşk yaşayacak olan “Serdar” isimli karakteri canlandıracak.

Özge Özder: "Kendimi süslü bir köle gibi hissediyorum"


“Umutsuz Ev Kadınları”nın Emel’i Özge Özder, gerçek hayatta hiç de umutsuz, içe kapanık bir kadın değil. Hayatın ilk darbesini anaokulunda yemiş, ilk tokat orada atılmış ve o tokatla sineceğine daha da bir açılmış! Ünlü oyuncu, hayatının bilinmeyenlerini Seninle dergisine anlattı.



Tek çocuk olmak nasıl bir duygu?  
- Çocukken bir kardeşim olmasını çok istemiştim. Ama anneannem, dedem, kuzenlerim gibi çok kalabalık bir ailede büyüdüğüm için tek çocuk olmanın egosantrikliğini yaşamadım. Ama büyüyünce biraz roller değişiyor, anne-babanızın geriye çekilip sizin daha büyük gibi davrandığınız dönemler geliyor. İşte o noktada tek çocuk olmak zor. Sorumluluklarınızı başkalarına devredemiyorsunuz. 

Sizi anneanneniz büyüttü değil mi?- Annem ile babam ben lisedeyken ayrıldı. Annem çalışıyordu. Kuzenlerime de bana da anneannem ve dedem göz kulak oldu. İkisine de bu yüzden çok düşkünüm

Çalışan annenin çocuğu olmak sizden neler alıp götürdü?  - Dezavantaj değil avantaj oldu benim için. Annem, dünyaya iyi anne olmak için gelmiş biri. Çok fedakarlık yaptı beni büyütürken. Hayatının odak noktası bendim. İşinden vazgeçmedi ama iş kadınıyken anneliğini de arka plana itmedi. İş çıkışı gelip yemeğimi pişirdi. Ben hep onu örnek aldım. Anneannem de naif, şefkatli ama dünyanın en güçlü insanlarından biridir.

Tek çocuk olarak, çok çocuklu bir anne olmayı düşlediniz mi hiç?- Çok çocuğum olmasını isterdim ama bunu başarabileceğimi sanmıyorum. Yaptığım meslekle zor. Çünkü çocuk sahibi olmakla iş bitmiyor. Çocuk doğunca en az birkaç senenizi ona hediye etmeli, o çocuğa ait olmalısınız. 30’lu yaşlarda birden fazla çocuğa sahip olmak da artık mümkün değil. Bir gün sevdiğim erkekten kendiliğinden çocuğum olacak, plan program olmadan. İşte o zaman hayata stop diyeceğim. Ama şimdi değil.

İNSANLAR BENİM ELİF TARAFIMI BİLMEZ
Sizi Özge olarak biliyoruz. İkinci adınız Elif. Adınız gibi farklı ruh halleriniz var mı?
- Elif adını babam, Özge’yi de annem istemiş. Çoğunlukla Özge diye hitap ediyorlar ama bilenler bazen Elif diye de sesleniyor. 

Ne kadar Elif, ne kadar Özge’siniz?- Ergenlik dönemleri ve sonralarında dikkat ettim, içe dönük dönemlerimde yazdıklarımın altına hep Elif adını not düşmüşüm. Daha sonraları bu benim için bir kod oldu. Çok fazla insanın tanımadığı, tanışmadığı tarafım Elif... Web sitemdeki Elif’in Günlüğü başlığı da işte bu yönümden çıktı. Yazarken Elif’im, oynarken de Elif’in o içe kapanıklığından faydalanıyorum. Elif; ailemle yaşadıklarım, anne-babamla ilgili hissettiklerim, özelim. 

Nasıl bir çocuktunuz?- Sessiz, kavgayı dövüşü bilmeyen, kendi halinde... Hatta ilk tokadımı anaokulunda bir arkadaşımdan yedim. Tokat atmanın ne olduğunu bile bilmiyordum. Annem bu yönümü kırabilmek için çok uğraştı. Bir gün ben de bu zinciri kırdım. Sınıf arkadaşlarımdan birinin poposuna hafifçe vurdum. İlkokulda da açıldım. Özgüvenim geldi, karakterim oturdu. 

Hayattan başka tokatlar yediniz mi?- Hayatın sillesini yedim diyemem, herkesin yediği kadar tokat yedim. Çok büyük hayal kırıklıklarım yok. Eskiden çok büyük, önemli gelen şeyler şimdi kocaman bir hiç olarak görünüyor. Güvendiğim insanlardan tokat yemişliğim vardır ama.

PRENSES GİBİ OLMAK ÇOK TEHLİKELİDİR
Anaokulunda çocuklar sahneye çıkarlar. Sizin ilk rolünüz neydi?    
- Evet ben de çıktım. İlk rolüm bir prensesti.

Bugün de kendinizi prenses gibi mi hissediyorsunuz?- Hayır. Çünkü bunun benim için bir yanılsama, tehlike olacağını düşünüyorum. Mesleğimiz çok büyük bir tuzak çünkü. Kendini prenses gibi hissetmeye ihtiyacı olan herkesin, bir süre sonra gerçekten prenses gibi hissetmesine neden olan bir meslek. Bu kandırmacanın içine düştüğünüzde herkes ve her şey sizin için var zannetmeye başlıyorsunuz. Bu da korkunç bir ego ve oyunculukta büyük bir tuzak yaratıyor. Çünkü bu psikoloji aynı zamanda oyunculuğunuzu etkiliyor. İnsanlardan, hayattan uzaklaşıyorsunuz. 

Siz nasıl bir kadınsınız o zaman?- Ben hayatın içinde olmaya özen gösteren, metroya binen, sette yemek kuyruğuna giren normal bir insanım. Prenses gibi olmak, empati yeteneğinizi kaybettirir. Oysa rol çıkarabilmek için de, insanı özelliklerinizi koruyabilmeniz için de, hatta belli bir yaştan sonra intihara sürüklenmemek için de o empati duygusuna ihtiyacınız var. Bu yüzden ben prenses değilim. Kendimi daha çok süslü bir köle gibi hissediyorum ama gönüllü bir köle (gülüyor). Çünkü o mesleğine köle olmakla alakalı bir durum.

SEKSİ OLMAK GİBİ BİR ÇABAM YOK
Dudaktan Kalbe dizisindeki Cavidan, Haziran Gecesi’ndeki Lale ve şimdi de Umutsuz Ev Kadınları’ndaki Emel... Hep dişi kadınları canlandırıyorsunuz. Siz kendinizi ne kadar seksi ve dişi görüyorsunuz?
- Ben kendimi değişik anlarda değişik hisseden biriyim. O gün nasıl uyandığımla da alakalı. Seksi olmak gibi bir çabam yok aslında ama nedense hep böyle roller geldi. 

Siz umutsuz bir kadın mısınız?- Pesimist yanım yoktur ama bir şeyin üstüme çökmeye başladığını hissettiğimde dimdik durur mücadele ederim. Sabırlıyımdır. Umuttur insanı yaşatan çünkü. Her şeyden umutsuzluğa kapılırsanız, yaşama devam edemezsiniz. 

Ne kadar ev kadınısınız?- Ev ile aram süperdir. Mutfağı çok severim. Yemek yaparım. Evcimenim. Temizlik yapamıyorum çünkü astım hastasıyım. O işleri yardımcım hallediyor. Evde vakit geçirmeyi seven biriyim.

YAŞADIKLARIM AŞKA BAKIŞIMI DEĞİŞTİRDİ
Aşk...
- Eskiden kalp çarpması, yaşam enerjisinin kaynağı derdim. Şimdi öyle diyemiyorum. Yaşadıklarım bakışımı değiştirdi. Aşk, hoş bir kuytu gibi. Size özel, üçüncü insanların sorunlarını almadığınız, sıcacık, kapının ardındaki her şeye kendinizi kapadığınız bir şey.

Evlilik...
- Bu devirde yürütülmesi zor bir kurum. Bir kere denedim. Bir daha dener miyim bilemiyorum? Romantizme teslim olmak güzel bir şey. Ben de hayatım boyunca romantizme teslim oldum. Ama evlilikte iki insanın hayata bakışı, evliliğe bakışı aynı olmalı. Evliliğe hayat arkadaşlığı olarak bakıyorum. Sadece romantik bir ortam, elinde balonlarla Eyfel Kulesi altında bir kare gözümün önüne gelmiyor. Yaşlandığımda kolunda öleceğim, aynı gözlere bakacağım bir adam geliyor. Bu adamı seçmek de zor.

Kaynak: Hürriyet - Kelebek

4 Aralık 2012 Salı

Umutsuz Ev Kadınları 45.Bölüm Fragmanı #umutsuzevkadinlari

Gül Çıkmazı Karışıyor (Umutsuz Ev Kadınları - Market Sahnesi)

Umutsuz Ev Kadınları sezonu heyecanlı bir şekilde sürdürürken, sezonun en heyecanlı bölümlerinden bir video:

 

"Umutsuz Ev Kadınları" Ceyda Düvenci için "Umut" Oldu:



Kanal D’de ekrana gelen “Umutsuz Ev Kadınları” dizisinde rol alan başarılı oyuncu Ceyda Düvenci, dört çocuklu ve güler yüzlü ev kadını Elif’i canlandırıyor. Zorlu geçen hamileliğinden sonra bazı yakınlarını kaybeden ve zor bir dönem geçiren Ceyda Düvenci, bu kötü günlerde “Umutsuz Ev Kadınları” dizisinin kendisi için bir umut olduğuna değindi.

Düvenci; “Aynen öyle oldu. Gerek mesleğe ‘Umutsuz Ev Kadınları’ ile dönmem, gerekse böyle bir ekiple birlikte olmak bana mutluluk veriyor. İçinde olmaktan keyif aldığım bir proje” şeklinde konuştu.